23 Şubat 2009 Pazartesi

Organik yaşam felsefesi yaygınlaşıyor
Sebze ve meyveleri gerçek tat ve kokusundan mahrum yemekten şikayet eden tüketicinin imdadına, tüm dünyada bir sağlık akımı olarak yaygınlaşan ‘Organik hayata dönüş felsefesi’ yetişiyor.


Kaliteli ve sağlıklı bir yaşamı önemseyenler ekolojik dengeyi koruyan ve kimyasal ilaçlar ile suni gübre kullanılmayan organik ürünleri tüketiyor. Başta organik tarımdaki gelişmeler olmak üzere bir sağlık akımı olarak yaygınlaşan organik hayata dönüş felsefesi de bu ürünlere ulaşmayı kolaylaştırıyor. Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Başkanı Profesör Doktor Ahmet Altındişli sorularımızı yanıtladı.

“Bir zamanlar domates domates gibi kokardı, patlıcanın tadı ağzı yakardı, elma bir başka lezzetliydi.” Son dönemde sıkça duyduğumuz bu yakınmalar, organik hayata geçişle birlikte artık geride kalıyor. Çünkü ilaç kullanılmadan tamamen doğal gübrelerle yetiştirilen, ekolojik dengeyi koruyan ve yenilenebilir enerji ile elde edilen organik ürünler, hızla hayatımızın her alanına giriyor.

-Organik ürünlere olan ilgi her geçen gün artıyor ve bir ‘organik hayata dönüş felsefesi’ yayılıyor; nedir bu felsefenin özü?

Prof. Dr. AHMET ALTINDİŞLİ: Bu felsefenin özü, doğaya ve tarıma uyguladığımız kuralların aynısını yaşamımızda da kullanmak. Yani felsefenin özü, tükettiğimiz her şeyin doğal yollarla üretilmiş olması ve bünyesinde sentetik, kimyasal kirliliği barındırmamasıdır. Organik üretim sadece besin maddeleriyle sınırlı değil. Bir marketin raflarında ne bulabiliyorsanız bunların hepsini organik olarak bulabilirsiniz. Örneğin masa, sandalye, mobilya, iç giyim, özellikle bebeklere yönelik içi giyim, diş macunu, diş fırçası, kesme çiçek, parfüm, lavabo taşının kendisi, deterjan gibi binlerce ürün organik olarak üretiliyor. Ve bunları hayatınıza sokup bunlarla yaşarsanız işte organik yaşam felsefesini hayatınıza uygulamış olursunuz. Organik ürünler birçok alanda adından söz ettiriyor. Ve çeşitli sektörler de dünya da yaygınlaşan bu akıma ayak uydurarak değişik hizmet alanları yaratıyor. Spor salonları egzersiz yapanlar için organik kafeteryalar açarken bazı firmalar, tamamen organik ürünlerden oluşan mönüler hazırlıyor. Hatta isteyenler misafirlerini organik ürünlerle donatılan masalarda ağırlayabiliyor. Yani organik catering hızla hayatımıza giriyor. Organik ürünler tüketiciye sadece marketlerin raflarından ulaşmıyor.

-Artık bazı firmalar tamamen organik ürünlerden oluşan mönüler de hazırlıyor, organik catering konusunda Türkiye hangi noktada?
Prof. Dr. AHMET ALTINDİŞLİ: Büyük şehirlerde tüketicilerin bir kısmı organik gıdalarla hazırlanmış. Catering servislerine siparişler veriyorlar çünkü bu bir ihtiyaç oldu. Bizde bu yeni yeni yapılıyor ama dünyada bunun çok güzel örnekleri var. Havayolları bile uçakta müşterilerine bu ürünleri ikram ediyor. Organik tarım Türkiye’de 1984 yılında başladı, yurtdışından başlayan ürün portföyünün gelişimi , müşteri ne istediyse onun üretilmesi şeklinde gelişti. Yani iç pazardan henüz tam olarak talep alamadığımz için her malın organik karşılığı yok. Şu anda sertifikalı 185 organik ürün var. Ancak giderek bu sayının artacağını ve catering servislerinin de daha yaygınlaşacağını söylemek mümkün.Avrupa Birliği tarım politikaları, Türkiye’yi standartlarını artırma yönünde zorluyor. Konunun uzmanları ise ilaçlı tarımın da organik tarım alanlarının ve faaliyetlerinin artmasıyla daha kontrollü yapılacağı düşüncesinde birleşiyor. Avrupa Birliği’nin “iyi tarım” uygulamalarının Türkiye’de de hedef haline getirilmesinin en güzel yolu ise organik tarım alanlarının yanı sıra pazarda ve markette organik ürün tüketiminin artırılarak büyümenin iç pazarla birlikte sağlanmasından geçiyor.

-Avrupa Birliği’ne giriş için mücadele veren Türkiye’nin tarımda Avrupa’ya karşı kurtuluş reçetesi olarak organik tarımı önerenler var, sizce de organik tarımın yaygınlaştırılması Türkiye’nin tarımdaki kurtuluş reçetesi olabilir mi ve Türkiye’de daha çok çiftçinin organik tarıma yönelmesi için neler yapılabilir?
Prof. Dr. AHMET ALTINDİŞLİ: Organik tarım Türkiye’nin yüz akı. Çünkü Türkiye tarımında en başarılı yapılan uygulama olarak gösteriliyor. Tarımın tamamının organiğe dönmesi Türk tarımının tamamını kurtaracaktır diye bakmak hata olur. Çünkü hiç bir zaman dünya tarımının yüzde 100’ünün organiğe dönmesi mümkün değildir. Mutlaka organikten daha fazla bir yüzdede ilaçlı, gübreli konvansiyonel tarım olacaktır ama organik tarımın yarattığı bir şey var, o da organik tarım üreticilerinin ve tüketicinin yaptığı baskı nedeniyle, konvansiyonel mal pazarlayan firmaların artık büyük yüzdelerde olan ilaçlı ve gübreli tarımı baskı altına almalarıdır. Böylece hiç olmazsa kontrollü bir tarım şekline yani kötünün iyisi şekline dönmesi açısından ciddi bir baskı meydana gelmiştir. Ama şunu unutmamak gerekir ki organik tarım ihracatta ve dünya pazarlarına açılmada her zaman avantaj getirecektir.
12 Binden fazla türle biyolojik çeşitlilik alanında önemli bir yerde olan Türkiye toprakları, aslında organik tarım açısından bir dünya markası olma potansiyeli taşıyor. Fındık, kayısı, üzüm, incir, kurutulmuş domates ve pamuk gibi ürünlerin ihracatı yapılıyor. Türkiye 1986’da başlattığı organik pamuk üretimi dünya piyasasının yüzde 54’ünü oluştururken kurutulmuş domateste de dünya pazarını elinde tutuyor.

-Türkiye’nin organik tarımda marka olması mümkün mü? Türkiye’nin bu konuda hangi ürünlerde iddialı?
Prof. Dr. AHMET ALTINDİŞLİ: Evet mümkün, bu konudaki en önemli şansımız Avrupa’da olmayan ürünler konusundadır. Avrupa’nın yetiştiremediği sebze meyve çeşitleri olabilir. Bizim kaybettiğimiz, konvansiyonel tarımla yok ettiğimiz daha kokulu, daha lezzetli ve bu toprakların binlerce yıldır çocuğu olan ürünlerimiz var, onları ön plana çıkararak rahatlıkla bu konuda markalaşabiliriz. Markalaşacağımız ürünler öncelikle kuru incir, kuru üzüm, susam olabilir. Ancak şu anda nar ve nar suyunda çok iddialıyız. Nar ve nar suyu dünyanın her yerinden çok talep gören bir ürünümüz.

-Organik ürünlere büyük bir ilgi olmasına rağmen, biraz pahalı olması nedeniyle her sofrada yer alamıyor. Bu ürünler neden bu kadar pahalı ve yakın gelecekte organik ürünlerin her sofraya girebilecek kadar ucuzlaması söz konusu mu?
Prof. Dr. AHMET ALTINDİŞLİ: Sanayicilerin çoğu iç piyasaya direkt mal üreten ve bunu çok küçük boyutta yapan kuruluşlar. Bugün marketlerde gördüğünüz malların büyük bir çoğunluğu ihracat amaçlı yapılan üretimin yanında çıkan ürünler. Dolayısıyla direkt iç pazara üretilmiş ürünler olmadığı için maliyetleri biraz yüksek. Organik tarımda diğer konvansiyonel tarıma göre farklılık vardır. Konvansiyonel tarımda satıcı ne kadar, satacaksa o kadarını satın alır, bir kasa satacaksa 10 ton mal almaz. Ama organik yapıyorsanız o çiftçinin 10 tonunun hepsini alırsınız. Örneğin kuru üzüm ise birinci ayda alıp deponuza koyarsınız ve sekizinci ayda onu satarsınız. Yani sekiz ay o parayı oraya bağlarsınız. Ancak ilaçlı yapılan kuru üzüm satıcısı bunu böyle yapmaz, 100 kilo gerekiyorsa o gün 100 kilo alır yani stok maliyeti diye bir şey yoktur. Organik ürünlerin pahalı olmasının bir nedeni budur. Diğer bir neden ise marketlerin fiyatlandırma politikalarıdır. Çünkü marketler hırsızlık, görülmeyen giderler ve kar gibi yüzdeleri ürünün üstüne ekliyorlar. Bu da fiyatta yüzde 40 ile 50 gibi bir farka neden oluyor ki uygulamanın böyle olmaması gerekir. O yüzden biz ekolojik tarım organizasyonu derneği olarak büyük bir toplantı planladık, büyük marketlerin üst düzey yöneticileri ile görüşmelerimizi yaptık ve satış ve pazarlama zincirleri konusunun daha kabul edilebilir bir noktaya gelmesi ve bunun fiyatlara yansıması için çalışacağız. 2004 yılı istatistiklerine göre Türkiye’de organik sertifikalı üretim yapan 9314 üretici var. 162 bin 193 hektarlık bir alanda 279 bin 663 ton organik ürün üretiliyor. Şu anda 185 olan ürünlerin işlenmiş olanları da hem iç hem dış piyasa açısından büyük önem taşıyor.

NTV-MSNBC RÖPORTAJI-2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder