9 Şubat 2009 Pazartesi

Çevre Ve Ekolojik Denge

Ekoloji Bilimi ve Çevre Sorunları

İnsanlık, yaşamını sürdürdüğü ekolojik çevrede bulunan madde ve enerjiden etkilenmektedir.Bir sistem olarak ele alınan ekolojik çevre, sürekli olarak dinamik ve kararlı bir denge noktasına gelme eğilimindedir. Bozulmamış durumlarıyla ekolojik sistemler, genellikle çok zengin ve değişik türlerden oluşan bir canlı ortamı bünyelerinde barındırmaktadırlar.Bu canlılar arasında var olan ilişkiler çevre kirliliğine karşı bir tamponlama kapasitesi ve direnme gücü oluşturur.Ekolojik sistemlerde, atık madde ve enerji, belirli sınırlar içinde kalındığında, koruma mekanizmaları tarafından dengelenmektedir. Ancak bu sınırların aşılması, ekolojik dengeyi tekrar geri dönülmeyecek şekilde değiştirmektedir.
Yeniden oluşan bu dengede ise çevre artık yaşam ortamı olarak kullanılabilme özelliğini önemli ölçüde yitirmektedir.Böyle bir çevresel bozulma ekolojik biliminde kalıcı veya geçici bozulma olarak sınıflandırılmaktadır.Eğer sistem yinede doğandan alınan enerjiyi (güneşi) 
kullanarak bozulan düzeni eski duruma getiriyorsa, bozulma geçicidir.Ancak sistem hızlı bir şekilde tahribe uğruyorsa, bozulma kalıcıdır.
İşte batı toplumlarının çevre sorununa yönelik ilgileri günümüzde kalıcı bozulmaların söz konusu olmasıyla başlamıştır. Savaş sonra sı dönemde gözlemlenen sanayileşme hızının Batı Ülkelerinin ciddi çevre tahribatına yol açtığı biliniyor.Örneğin ABD'de sanayileşme, kuzeybatı yöresinde birçok göl ve akarsuyu aşırıcı derecede kirletmiş durumdadır.
ABD ve Kanada arasında fabrika bacalarından çıkan kirli havanın oluşturduğu asit yağmurları, daha sonda Batı Avrupa'nın birçok bölgesinde görülmüştür.Londra'da 1950 yıllarında görülen kent içi hava kirliliği günümüzde aynı sorunu yaşayan kentler için bir örnek olacaktır.
Diğer yandan, planlı bir sanayileşme hedefi seçen Doğu Bloğu Ülkelerinde, özellikle Doğu Almanya'da çevre kirliliğinin Batı Ülkelere göre daha ciddi boyutlarda olduğu yeni yeni öğrenilmektedir.Bu durumda ekonomik büyüme, hangi politikalarla gerçekleşirse gerçekleşsin, çevre sorunlarıyla karşılaşmayan bir sanayileşme hararetine rastlanmadığı söylenebilir.
Bilimsel çalışmalar, doğal çevrede gittikçe artan kimyasal ve madeni atıkların insan denilen canlının organizmasını bozduğunu ortaya çıkartmaktadır. Örneğin otomobil benzininden çıkan kurşun suya karışarak birikme eğilimindedir. İnsanın yediği yeşil bitkilerde dahil olmak üzere bitki ve mikro organizmalar, kurşunu kendine zarar vermeden biriktirebilmektedirler. Egzoz dumanının getirdiği hava kirliliği ciğer, böbrek, beyin, merkezi sinir sistemi üzerinde tehlikeler yaratmaktadır.
Fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan başka bir sorun ise atmosferde karbondioksit oranının yükselmesidir.Bu bir çeşit" Sera Etkisi" yaratarak, yeryüzünde iklim değişmelerine ve ısı artışlarına neden olmaktadır. Global ısınma ise yakın bir gelecekte denizleri yükselterek ada, delta ve bazı kıyıları tehdit edecek, böylece verimli tarım topraklarının 1/6 oranında yok olmasına yol açacaktır.
Çevre kirliliğinin tüm insanlığı içeren global düzeyde yoğunlaştığı Batı Ülkelerinde kamuoyunun çevre kirliliğinin tek nedeni olarak sanayileşmeye ve ekonomik büyümeyi suçlaması yüzünden teknolojik gelişmenin bir yana bırakılmasına taraftar olan kişi ve gruplara da rastlanmaktadır.
Nükleer enerji, 30 yıldın beri kullanılmakta olmasına rağmen, hala üzerinde tartışılan bir konudur.Bazılarına göre bu enerji çeşidi tehlikeli ve çevre sağlığı bakımından zararlıdır. Bugün ABD'de bile kurulmasına karar verilmiş olan bazı nükleer santrallerden vazgeçilmekte olması, bu iddiaları destekleyen bir gelişmedir.
Ancak bilim adamları nükleer santrallerin çevre kirliliğe yol açtığı iddiasını kesin bir veri olarak kabul etmemektedir. Bütünüyle kapalı devre olarak işleyen nükleer santraller doğaya doğrudan atık atmamaktadırlar. Tek bağlantı noktası, soğutma sisteminden bırakılan sudur ki bu su kesin olarak radyoaktif bir ortamdan geçmeyen temiz su niteliğindedir.
Çevre korumacılarına göre ise, termik ve nükleer santrallerin soğutma sularının akarsulara verilmesi, bu sulardaki ısıyı yükselterek bitki ve hayvan varlığını etkilemektedir.

Türkiye'de nükleer enerjinin tepkilere yol açtığı görülmektedir.Ancak bugünkü üretim ve tüketim düzeyinin devam etmesi halinde ülkemizde de yeni enerji kaynaklarına gereksinim duyulacağı açıktır. 1970'li yılların enerji politikaları öncelikle su ve linyit yataklarından yararlanmak, bu kaynaklar tüketildikten sonra nükleer enerjiden yararlanmaktı.
Oysa 2000'li yıllarda Türkiye'nin hidrolik potansiyelinin sınırına erişeceği bilinmektedir. Diğer yandan ısı değeri düşük linyit,içerdiği kükürt oranının yüksek olması yüzünden asit yağmuruna dönüşen kükürt dioksit üretmektedir.Bu açıdan termik santrallerine karşı gelişen çevreci kamuoyunun kaygıları anlaşılır nitelikte iken, aynı kamuoyunun nükleer enerjiye geçiş çalışmalarına tepki göstermemiş olması, ciddi bilgi donanımlarının eksik olduğu ortaya koymuştur.
Bugün dünya sorunu haline gelen çevrecilik, çevre kirliliği, sanayileşme ikilisini birbirleriyle çelişen değil,birbirlerine bağımlı olan iki konu olarak ele almaktadır.
EKONOMİYE EKOLOJİK YAKLAŞIM VE SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA
Ekonomiye ekolojik düşünceyi katma; israfa sebep olan teknik açıdan rizikolu ekolojik olarak mahzurlu, sosyal açıdan daha az tahammül edilebilir üretim teknolojilerinden vazgeçmeyi gerektirir. Çünkü bu yöntemde ekonomik zararın giderilmesi çok pahalıdır. Bu yapılmazsa hem 


günümüz insanlarına hem geleceğin nesline ödenmesi zor faturalar yükleriz. Seçilecek teknoloji çevreye uyumlu menfi tesiri olmayan güvenilir ve ucuz olmalıdır. 
Endüstri açısından baktığımızda alışılagelen ekonomik sistem çevreye zararlı atıklar bırakmakta ve çevreyi tahrip etme pahasına ekonomik büyümeyi hedef alan bir yapıdadır. Ekonomik açıdan alışılagelen çevre politikaları ise hep açık veren uygulamada zorluklar çıkaran kaynakların az kullanılmasına sebep olan ve teknolojinin yeterince gelişmesine mani olan bir yapıdadır.
Halbuki günümüzde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler aşağıdaki yöntemi uygulamak mecburiyetindedir.
1- Ekonomide çevreye getirilen yükü azaltacak bir yapı değişimi.
2- Çevre politikasının önleyici olması.
3- Yeni iş sahalarının ve ekonomi politikalarının ekolojik damgası olması gerekmektedir.
Örneğin; Almanya'da 1984'de çevre sektöründe Beşyüzbin kişi, 1987'de 
Birmilyon'a çıkmıştır (Çalışan nüfusun 20'de biri). Özel sektörün çevreye yaptığı yatırım 1984 için 3507 DM.'dır. Bu para katı atıkların temizlenmesi, suların korunması, ses ve gürültü mücadelesi, hava kirliliği ve kontrolü için kullanılmıştır. Masraf Bilançosu: Hava Kirliliği için Kırksekizmilyar, Su için Onsekizmilyar, Toprak için Altımilyar, Ses ve gürültü için Otuzüçmilyar DM. olup toplam zarar Yüzbeşmilyar DM.'dir.
Bugün ABD ve Almanya'da yapılan çevre yatırımlarının %75'i mevcut tesisleri ve onların zararlı tesirlerini ıslah için yapılan yatırımlar iken %25'ide az ve zararsız atıklı teknolojiyi geliştirmek ve uygulamak için yapılan yatırımlardır. Bu nispet her yıl büyümektedir. 
Türkiye'de Sanayi Devletlerinin yaptığı aynı hataları yaparak büyür ise onun çevre ile alakalı faturası çok büyük olacaktır. Bugün Almanya'nın çevre konusunda en yoğun yatırım yapan ülkelerin en başında gelmesine rağmen zararlı emisyonlardan ve kirlilikten dolayı, yılda G.S.M.H.'nin %6'sı yani Yüzaltımilyar DM. kaybı vardır (1987).
Türkiye'de bu kayıp çok daha büyük olabilir, çünkü çevre ile ilgili kayıpları tespit etmek çok zordur. Bunun için sağlıklı bir araştırmaya da sahip değiliz. Öncelikle Almanya benzeri araştırmaların ülkemizde de yapılması gerekmektedir 
ÇEVRE KİRLİLİĞİ VE SONUÇLARI :

Doğu Almanya'da bir sanayi şehri olan Leipzik'de ortalama hayat seviyesi daha düşüktür. Kış günlerinde hava kirliliğinden araçlar gündüz farlarını yakmak zorunda kalmaktadır. Espenhain kasabasında her beş çocukdan dördü yedi yaşından önce kronik bronşit ve kalp hastalıklarına yakalanmaktadır. Sebebi kömürle çalışan enerji santrallerinin bacalarından çıkan ve her yıl içinde Dörtyüzbin ton Sülfürdioksit taşıyan sarımsı renkte bir buluttur.
Çevre temizliği için gösterilen gayretler bir lüks değil hayatta kalma mücadelesidir. Bir kömür işletmesinin bulunduğu Romanya'nın kasabası Copsa Mica'da ağaçlardan çimenlere herşey sanki mürekkebe batırılmış simsiyahtır: Atlar bile burada ancak birkaç sene kalabiliyor, sonra başka bir yere götürülmeleri gerekli, yoksa ölmeleri kaçınılmaz.
Sanayi alanında temel yakıt olan Linyit kömürü kullanan doğu bloke ülkeleri atmosfere her sene Yirmialtımilyon ton Sülfürdioksit atmaktadır. Bunlarda asit yağmuru şeklinde suya ve toprağa geri dönmektedir. Linyit kömürünün diğer yan ürünleri kanser yapıcı ürünlerdir. Uzun vadede karbonmonoksit ve karbondioksit iklim değişikliklerine sebep olabilir. 
Baltık denizi, Polonya, Doğu Almanya ve Litvanya'nın sanayi artıklarının bir çöplüğü haline gelmiştir. 
Her gün çöp dolu yüzlerce kamyon Doğu Almanya'ya geçmekte ve yılda Dörtbuçuk milyon ton çöp, curuf ve zehirli maddeden oluşmuş Kırkbin tonluk artık Doğu Almanya'ya gönderilmiştir.
ABD'deki çevre kirliliği için şu iki misal verilebilir; Bir insan kahve içmek için senede yaklaşık Altıyüz plastik bardak kullanmaktadır. Dokuzmilyon bebeğin kullandıktan sonra atılan bezlerinin bir senelik miktarı Onbeşmilyar adettir. 
Özetle, batılı düşüncenin tabiatla mücadelesi ondan sınırsız faydalanma ve hatta savaş derecesine vardığı için çevreyi kirletmekten çekinmemiştir. Kirlenen çevreyi temizlemek, öncelikle onu kirleten insanın fikirlerindeki temizlik düşüncesi ile olacaktır .
Kaynak:Yr.Dç.Dr. KEMAL DEMİRCİ

BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİN EKOLOJİ-ÇEVRE SAĞLIĞI BAKIMINDAN ÖNEMİ

Ekoloji: Konut, biyoloji biliminin bir kolu. Çevre: ise, bizleri kuşatan yakın yerler. Çevresel bir olay olarak kirlenme, çölleşme, biz insanların neden olduğu, sonuçlarından insanların zarar görüp acı çektiği, savaşımını da yine insanların yaptığı, insanlığın bu gününü ve yarınını yakından ilgilendiren çevresel bir sorundur. Turizm’se: Dinlenmek, görmek ve tanımak gibi amaçlarla yapılan gezi. Bir varlığın önemle korunması. Bir şeyin nitelik ve nicelikçe değeri olma duru, ehemniyet işleri önem sırasına göre yapılması.
A) BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİN EKOLOJİ-ÇEVRE SAĞLIĞI VE TURİZM BAKIMINDAN ÖNEMİ: Bütün canlıların ekolojik açıdan yaşam süreçlerinin oksijen, karbondioksit, besin maddeleri, su ekonomileri ile biyokütle üretimi, doğal döngüler gibi fonksiyonları düşündüğümüz zaman, birçok yaşam süreçlerinde biyoçeşitliliğin önemini kolayca anlarız. Öyle ki; Yedigöller ve Uludağ gibi rekreasyon ve insan sağlığı bakımından son derece önem taşıyan Milli Parklar düşünülecek olursa bunların çevre, insan ilişkileri açısından ne kadar büyük ve önemli rol oynadığını sanırım daha iyi anlarız. Örneğin: Köyceğiz Dolayın da deniz kaplumbağalarının korumaya alınmasından sonra, burayı merakla gelip ziyaret eden turistler sayısında tahmin edilenin üstünde büyük bir artış olması açısından, biyolojik çeşitliliğin turizm bakımından önemi daha da artmıştır. Düşünebiliyor muyuz? “Hayat yalnız kendini beslemek değil, çoğalmak ve meyve vermektir.” Öyle ki, “Yazar eseri değil, eser yazarı yaratır.” Bizler de sağlığımız için çevreyi sağlıklı kılalım. Her gün akşamları Kozan’ımızın sisli gibi bir hava ile kaplı oluşu sanırım sağlığımızı olumsuz yönde etkilemektedir. Bu çevre konusuna yaşamımız müsait gelirse Haziran ayında çevre gününe erişebilirsek geniş geniş anlatmaya çalışacağız.
Doğanın ekolojik, ekonomik, sağlık, kültürel, çevresel ve tarihsel birçok hizmetleri vardır. İşte Ülkemizin özgün biyolojik çeşitliliğini simgeleyen Kasnak Meşesi, Sığla Ağacı, Akdeniz Foku gibi canlılar toplumun da, biyoçeşitliliğin bilim, eğitim ve turizm açısından öneminin yadsınamaz birer belgeleridir.
B)BİYOÇEŞİTLİLİĞİN KORUNMASI: Biyoçeşitliliğin kısa olsa da buraya kadar açıklanan çeşitli alanlardaki çok önemli işlevleri anımsanırsa, bütün canlı türlerinin neden ve niçin mutlak surette korunmasının gerektiğini kolayca anlaşılır. Esas sorun bu korunmanın nasıl yapılacağı ve bunda nasıl başarılı, verimli olunabileceğidir. Çünkü; bütün dünya da DOĞAL VARLIKLAR inanılmaz bir hızla azalmakta olduğu gibi bunlardan bazılarının türlerinin yok olmasının üzücü yönleridir. Aşağıdaki sayısal değerler bu yok oluş hızının somut örneklerindendir.
a)Geçirdiğimiz son 100 yılda yaklaşık 30.000 bitki türünün hepsi yok olup gitmiştir.
b)Bitki ve hayvan türlerinin halen günde üç canlı türünün soyu-sopu tükenmekte.
c)Afrika’da son 20 yıl içinde fildişi için 750.000 fil öldürülmüştür. Bizde de kartalın türünün azaldığı tespit edilmiştir.
d)Yurdumuz’daki ormanlarımızın 1950-1980 yılları arasında ormanlarımızın % 25’i yok edilmekle kalınmayarak,bu durum daha da artmıştır. Dahası orman içi köylüler kaçak tarla açmışlar, bunlarda ödüllendirilircesine açma yapanlara yeni yasa gereğince üzerlerine tapulandırılmıştır.
e)Dünyamız da halen dakikada elli dönümün üzerinde ormanlık alanın yok edildiği tespit edilmiştir. Bu durumsa; Biyolojik çeşitlilik, ekonomik, çevresel, sosyal ve kültürel yönden hiçte iç açıcı olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu sayısal değerler, yalnız dünya üzerinde değil, Ülkemiz için de bütün canlı varlıkların türlerinin korunması gerektiğini göstermektedir. Ancak, biyoçeşitliliğin bakılıp, korunmasında karşılaşılan bazı ilginç güçlükler doğuyor. Canlı varlıkların ekonomik değeri, sanayi, tıp, eczacılık ve kültürel yönden önemini aklımızdan çıkarmayalım. Doğanın yararlarını bildiğimize göre; hem resmi kuruluşlar, hem de kamu kuruluşlar TEMA’YA destek vermelidir. Yok olan doğa varlıkları sağlığımızın olumsuz etkilenmesi demektir. Olmasa da olur demeyelim. Olmazsa olmayız. Ancak bugün göze bile çarpmayan küçük bir çiçeğin, hatta bir hayvan türünün, gelecekte en amansız hastalıklara karşı kullanılabilecek bir ilacın hammaddesi olup, olmayacağını kimse bilememektedir. Hiç düşünüyor muyuz? Böyle bir canlının yaşamımız üzerindeki olumlu yararlarını?
Öyle ki: Kan kanserine karşı kullanılan etkili bir ilacın hammadde kaynağı olan CATHARONTHUS ROZEUES Bitkisi bunun bir tipik örneğidir. Bu çeşitli bitkinin, tipik ve eczacılıktaki değeri anlaşıldığı zaman yaşadığı ortamın % 90’ı ormanlarla birlikte ortadan kaldırılmış, yok edilmiştir. Yine: Kalp rahatsızlığı için: 100 gr. Ispanak tohumu, 100 gr. Oğul otu, 600 gr. Balla macun yapılıp yendiği zaman faydalı olduğunu.
Kaynak :RehberlikServisi